
Kabataş İstanbul'un bilindik yerlerinden biri. Manzarasının güzelliği sebebiyle iskelenin hemen yanındaki çay bahçesinde soluklanmak her zaman büyük bir keyifdi benim için. Gel zaman git zaman yeni ofis yeri için aklıma düşünce "neden olmasın" dediğim yer. Birşey olacaksa siz onu bulduğunuzu zannedersiniz, oysaki O size gelmiştir. Kabataş'ta şu an bu yazıyı kaleme aldığım ve penceresinden İstanbul'un doyumsuz güzelliğini seyrettiğim yerde bana geldi diye düşünüyorum.
Kabataş semti ile ilgili birazcık araştırma yaptım. Özetini sizinle paylşamak istiyorum. Yahya Kemal'in dediği gibi "Bir semti ömre değer" misali Kabataş'da oldukça zengin, gizemli ve güzel bir semt. Bakın Kabataş, nasıl bir yer...
Kabataş semti ile ilgili birazcık araştırma yaptım. Özetini sizinle paylşamak istiyorum. Yahya Kemal'in dediği gibi "Bir semti ömre değer" misali Kabataş'da oldukça zengin, gizemli ve güzel bir semt. Bakın Kabataş, nasıl bir yer...
Semtin Kabataş adını bir zamanlar burada bulunan dev bir kayadan aldığı söylenir. Rivayete göre; Etmeydanı’nda yer alan, barut deposu olarak kullanılan Bizansılardan kalma Güngörmez Kilisesi, 15. yüzyılın sonunda yıldırım düşmesi sonucu infilak ederek havaya uçtuğunda büyük bir taş buraya kadar gelip kıyıya düşmüştür. Eski kilisede berhava olup patlayan, dağılan toplardan bir kaçının Adalar’a, birinin Kızkulesi yakı nlarına, en büyüğünün ise Kabataş’a düştüğü söylenir.
Bu taşların düşmesiyle mahalleler, dükkanlar yıkılmış, beş altı bin nüfus telef olmuştu. Kiliseden Boğaziçi kıyılarına uçan taş III. Selim zamanına kadar yerde olduğu gibi dururdu. Sonra devlet ricalinden “Köse Kethüda” lakaplı meşhur Mustafa Necib Efendi, taşın yakınında bulunan yalısını tamir ettirirken bu taşı da yontturup iskele haline getirmiş, iskele uzun müddet kullanılmış, sonra burada yapılan binaya temel vazifesi görmüştür.
Kabataş tarihi
Kabataş’ın antik çağdaki adı Aiantion, kimi kaynaklara göre Petra Thermatis, Bizans’taki adı ise Butharion’du.
Bizans döneminde, Tophane’den Kabataş’a kadar uzanan sahaya Diplokionion (Çifte sütunlar mıntıkası) ismi verilir ve ahalisine de Diplokioniote denilirdi. Fetih’ten sonra buranın ahalisi Beşiktaş'a nakledilince, Beşiktaş’a da bu isim verilmiştir.
Osmanlı döneminde, 15. yüzyılda Çizmecibaşı Mahmut Bedrettin Ağa tarafından kurulan, Halvetî tarikatına ait Çizmeciler Tekkesi, semt sakinlerinin neredeyse tümünü besleyecek olanaklara sahip bir hayır kurumuydu. Semtin odağı olan tekke 18. yüzyılda harap olmaya yüz tutmuş, 19. yüzyılda da tümüyle yıkılmıştır.
Reisülküttab Ömer Avni Bey tarafından yaptırılan cami, 17. yüzyıl binasıdır. İskelenin yanındaki çınar ağacı da Ömer Avni Bey tarafından dikilmiştir. Vezir Hekimoğ lu Ali Paşa Çeşmesi, deniz kenarındayken (yol ve meydan çalışmaları nedeniyle) karşıdaki merdivenli sete nakledilmiş, 1950’lerde yeniden eski yerine taşınmıştır.
İskele karşısındaki Sadrazam Koca Yusuf Paşa Sebili (18. yüzyıl) önceleri Fındıklı Camii’nin yanındaydı; Tophane- Dolmabahçe yolu genişletilince, yerinden sökülüp Kabataş’a taşınmıştır.
Kabataş Limanı 19. yüzyılda inşa edilmiş, Abdülmecid günün anısına buraya bir sütun (Hadika) diktirmiştir.
19. yüzyılda Kabataş yamaçlarını süsleyen Kazasker Ebusuud Efendi Konağı, görkemli mermer havuzu, laleleri ve uçsuz bucaksız portakal bahçeleriyle ünlüydü. Konağ ın aşağısındaki ahşap sahilsaray II. Abdülhamid tarafından mektebe ç evrilmiş, sonraları Ortaköy’e taşınan Kabataş Erkek Lisesi’nin temeli böylece atılmıştır.
Dolmabahçe sahili doldurulmadan önce, Kabataş yönünden Beşiktaş’a geçmek isteyenler, pazar kayıklarıyla Arap İskelesi’ni kullanırlardı. Körfez, saray bahçesi olarak doldurulduktan sonra, batı yönünde dar bir geçiş yolu halk için açılmıştır. Koyun biraz ilerisinde, Karabali Türbesi, Esma Sultan’ın, Laleli Efendi’nin, Viş nezade’nin, Sungur Balaban’ın büyük köşkleri vardı.
Dolmabahçe’nin sol tarafında sahilde Tekerlek Mustafa Efendi’nin Tekkesi, Mevlevi dervişlerin konağı idi. Mustafa Efendi 110 yaşı nda ölünce, Sultan IV. Murad zamanında yerine Yusuf Celali’yi bırakmış tı ve Mevlevi ayinleri burada yapılıyordu.
Liman ve Hadika Taşı
Kabataş’ta, Harem feribot iskelesini geçince, benzincinin yanında sahilde yer alan yazılı taş levha, burada geçen yüzyıl ortasında yapılmış, kesme taştan kayık barınağının kitabesidir. Hadika, saray bostan ve bahçeleri için kullanılan bir deyimdir.
Sultan Abdülmecid, fırtınalı havalarda kayıkların sahile yanaşabilmeleri için buraya bir liman inşa ettirmiş, inşaat hatırası olarak da bir yüzü deniz cephesine, bir yüzü küçük limana bakan“Hadika Taşı”nı diktirmişti. Sütunun iki tarafındaki tarih kitabelerinde limanın inşasından sağlanan faydalar sayılmakta ve Abdülmecid’e edilen dualar yer almaktadır.
Şirket-i Hayriye’nin ilk araba vapuru seferleri Kabataş Limanı’ndan yapılmış, şirket yöneticilerinden Hüseyin Haki Efendi’nin icat ettiği vapurla atlı arabalar Boğaz’ın iki yakası arasında gidip gelebilmişlerdir.
Bu güzel, kesme taşlardan yapılmış limancık, 1951 yılından sonra şekil değiştirmiş, daha sonra da bir bölümüne araba vapuru iskeleleri yapılmıştır. Bugün görülen kayık barınağı o eski limandan kalan parçadır.
Çatlayan ve yazıları silinmeye başlayan liman abidesi “Hadika“ ise (1987-1988 yıllarında) T.B.M.M. Başkanl ğınca onarılmıştır.
Günümüzde Kabataş Limanı, geçmişten kalan derzli taş duvarına yapıştırılmış iki abidevi sebil/çeşme ve liman kitabesi ile vapur/araba vapuru/deniz otobüsleri iskeleleri terminalidir. Buradan Üsküdar’a, Deniz otobüsü ile Adalara, Yalova’ya, Çınarcık’a gidilir. Ayrıca, Boğaziçi gezintisi yapmak üzere turistleri alan gemiler genellikle Eminönü veya Kabataş’tan yola çıkmaktadır.
.........................................................
Aysu Uzsayılır Kara, Kentim İstanbul Semt Kitapçıkları
Bize bu bilgileri derleyen Aysu Hanım'ın eline sağlık. Çalışmanın ben bir kısmını sizinle paylaştım. Aslında yaşadığımız mekanları biraz araştırsak ne hikayelerle karşılaşacağız. Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir zamanda birazcık merak insana çok şey katılıyor emin olun....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder